22 Kasım 2012 Perşembe

HALA YAĞ KUTULARINA ÇİÇEK EKİYOR MUSUNUZ?


 Eskiden böyleydi işte.

Yağ Tenekeleri sadece yemek hizmeti vermezlerdi. 

Bu tenekeler aynı zamanda saksı gibi önemli bir hizmet verir, o güzelim çiçekleri yetiştirir,  büyütürdü.

İşte annem ve babaannemin bu resmi, belki de 50 yıldan daha fazladır. Resim  VİTA yağının o günlerdeki ikinci görevini belgeliyor.

Yazılar öne gelecek şekilde vitalar dizilir,  içine her türlü çiçek ekilir, birde bizimkiler gibi böyle de bir resim çekilince herkes bu resmi alır, nostalji sayfalarında kullanır.

 Belki de zamanın ötesine iletilecek bir şeyleri varsa insanların, bu resimlerle hayat bulur. 

Bu resim yağ firmalarının ilgisini çeker mi, vita yağı hala var mı bilmem ama, nostaljik sitelerde bu resmimi görünce duygulanıyorum.

 Ölünce meşhur olan babaannemi, uzun ömürler versin annemi  görünce hoşuma daha da gidiyor bu resim.. 

Şimdilerde nerde çiçek ekilen yağ kutuları..


Becel kutusuna mı ekelim?
Yoksa salat yağı kutusuna mı?

Eğer ekiyorsak bile muhakkak ayıp olur, böyle görünmesin diye üzerine bir transfer, geri dönüşüm, boyama ile o nostaljiyi kaybediyoruz.   Belki de şimdi de aynı resimdeki pozu, dizi dizi salat yağı kutularıyla mı yapmalı? İlerde bizim çocuklarımız da onları koyar belki sanal alemlere.. 

 Vitanın önemi o yıllarda çok büyüktü. onunla yapılan herşey güzel olurdu. Çok yakınlarda Migros mağazası nostalji köşesi yaparak Vita yağını satışa sunmuş, onunla yapılan kurabiyeler kıtır kıtır oluyormuş, almışlar ve yapmışlar gerçekten de o yağın önemini hissetmişler. 

Hatırladınız mı bu güzel VİTA yağını.. Nostaljik şimdilerde bu gözde yağ.. 


Aşağıdaki şiirde ne güzel yakıştı bu resimle, yazarını bilmiyorum ama resimle örtüşen duyguları için yayınlıyorum. 

"sen içerdeyken ben
vita kutularında çiçek yetiştirdim
sokakta top oynadım çocuklarla
ayakkabılarımı eskittim
güneşe karşı durdum sabahları
geceleri bir başıma yıldızları bekledim"


(şiir: internetten alıntı)
Resim: serpille hayata dair albümünden.. 

OYUNCAK MÜZESİ VE SUNAY AKIN

Yer: Ömerpaşa Cd. Dr.Zeki Zeren Sk.N.17 Göztepe/İSTANBUL
Göztepe’deki Oyuncak Müzesine gitmeyi düşündüğümde, birden aklıma okul yıllarımdaki Edebiyat kitaplarında geçen Çocukluk şiiri geldi.  Şiirin dizeleri şöyleydi;
 ÇOCUKLUK
Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiç bir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!

         O yıllarda Affan dedeye para sayarak dönülen çocukluk yıllarım,  2012 yılında Sunay Akın’ın Oyuncak müzesine gidilerek kazanılacakmış meğer.   Benim gibi Avrupa yakasından gidenler için en pratik yol,  metrobüsle Kadıköy’e gitmek ve oradan Göztepe’ye giden minübüslere binilerek Göztepe inilip, Oyuncak Müzesine gider tabelasını takip etmek..  
Müzeye kapıdan girerken öyle güzel bir söz sizi karşılıyor ki;
“Bir elinizde çocuğunuzla girdiğiniz müzeye, öbür elinizde çocukluğunuzla çıkacaksınız”
Gerçekten de bu müze ile ilgili, tüm insanlarda çok büyük bir yanılgı olduğunu,  Müzeyi gezince anladım. Müze aslında çocukların değil, büyüklerin gitmesi gereken bir müzeymiş..
Müzeye gittiğinizde çocukluk yıllarınızda oynadığınız tüm oyuncakları görüyor ve adeta bir özlem yaşıyorsunuz. Türkiye tarihindeki gelip geçen oyuncaklar ile son 100 yılda kullanılan oyuncakları ve özellikle de Almanya ağırlıklı olan,  pek çok ülkede üretilmiş oyuncakları Yazar, Şair Sunay Akın müzesinde yani kendisine ait olan ata yadigârı bir  köşkte sergiliyor.
Tabii şansınız yaver gider de, müzenin kurucusu Sunay Akın’da o saatlerde müzede ise harika sohbetlerine doyum olmuyor.
Onun anlatımından müzenin tanıtımı şöyle;
Müzeyi 23 Nisan 2005’de kurmuş. Müze 20 yılda, dünyanın değişik yerlerinden gelen yaklaşık  4000 tane oyuncakla.  kapılarını tüm dünyaya açıyormuş. 2011 yılında da “Avrupa’nın en iyi Müzesi” yarışmasında ödüle aday gösterilmiş.
Şansımız gittiğimiz gün, Kültür Elçileri Programının olmasıyla çok güzel bir dinletiye katılma şansını yakaladık.

Sunay Akın’ın anlatımına göre, Ülkemizde “Eyüp Oyuncakları” eskiden çok meşhurmuş. Eski yıllarda Eyüp’e gidilir ve gürültülü oyuncakları alınırmış.  Eyüp’de bu oyuncaklar imal edilirken, diğer ülkelerde hangi oyuncaklar var ise müzede sergileniyor..

         Mesela;  1910 yıllarında biz gürültülü Eyüp Oyuncakları ile çocuklarımızı avuturken, onlar daha yaratıcı, çocukların düşünmeye ve hayal etmeye zorlayan oyuncaklar üretmişler. Sunay Akın’ın dediği gibi bizimkiler hala yerinde sayarken, onların çocukları belki de çocukluklarındaki bu bilimsel oyuncaklar sayesinde uzaya çıkabilmeyi başarmışlar. Gerçekten de düşünüldüğünde;  Eyüp oyuncakları hep gürültülü idi. Ama biz onları çok seviyorduk. Bu müzede de Eyüp oyuncaklarını gördük memnun olduk.

Bu olay doğru mudur bilinmez ama, benim kişisel kanaatim iyi ki müze ziyareti olarak burayı seçtim. Çok güzel bir gün geçirdim. Çocukluğumu yaşadım. Çocukluğumdaki bez bebekleri nasıl diktiğimi, onlara tele sarılı boncuklarla takılar yaptığımı hatırladım Oyuncak Müzesiyle çocukluğuma gittiğimi hissettim.
İstanbul’da yaşayan herkesin bu müzeyi görmesini isterim. Gelen misafirlerinizin gezi programına katmanızı, özellikle de yaşı 40’ın üstündeki tüm insanlara bu müzeyi gezmeyi önermenizi dilerim.
Gerçekten de eğer küçük bir çocuğunuz varsa tabii ki gidin, burası Oyuncak müzesi benim ne işim var demeyin.
Çocuğunuzla gidin, çocukluğunuzla çıkın.... 








YAŞADIK MI? YAŞLANDIK MI?


YAŞLANMAK MI O NE DEMEK!!! 


Minik minik adımlar atar iken ben, bir elimden babam tuttu,  bir elimden annem...
  
Bu sözleri okurken, yılların ne çabuk geçtiğini düşündüm.

Şimdi yaşlı olduğunu düşündüğümüz, anne ve babalarımızın statüsüne, neredeyse yavaş yavaş yaklaşıyoruz.

Yaşlılık; hele şerefli bir ömür sürenlerin yaşlılığı, insana bütün gençlik zevklerinden daha değerli sayılacak derecede büyük bir itibarmış meğer.

Geçen gün;  İstanbul’a 4 saatlik mesafede bir yere tatile gitmiştik.
Oğlumla sohbet ederken, eski yaşamışlıklarımızdan söz açıldı.

Oğlum; aynı bir roman dinler gibi anlattığım konunun onu mutlu ettiğini söyledi. Ben de coştukça coştum. Anlattıkça anlattım. Bir baktım,  4 saatlik yol bitmiş. İstanbul’a gelmişiz.

Yine, birgün; oğlumla otururken, eski yıllarda okullarda şiir okumanın, milli günlerin daha anlamlı kutlandığına dair konularla ilgili konuşuyorduk. Küçükken, okuduğum şiir anılarımı anlatmaya başladım.

Sonra farkına vardım. İşte ben artık yaşlanmıştım. Çocuğuma her konuda anlatacak ne çok anım vardı...

Annem ve babam yaşlandı artık derken bende çocuğumun gözünde bol anılı bir yaşlı olmuştum.

Bir söz vardır.. "Yaşlılar ansiklopedi gibidir. Tam okunacak zamanda onları alır, rafa koyarsınız. Aklınıza geldiğinde ara sıra arar, karıştırırsınız."

Yoksa; benim de çocuklarım artık,  beni rafta ara sıra bakılan kitaplardan mı sayacaklar.. Ayyy olamaz,  artık kitaplara da bakılmıyor.. İnternet çıktı, internetten tırrt bilgi alınıveriyor. Hiç şansımız kalmadı mı yoksa ...

Yok yok silkineyim. Gencim ben canım. Benim fikirlerim de önemli, dediğim bir vakitte... Oğlumun “Aman anneee” diye başlayan yorumları..
Artık fikirlerimin de eskisi gibi kaale alınmadığının bir göstergesi miydi yoksa...

Eyvahhh diyerek silkindim... Ne oluyordu bana...

Hayır canım ben  kendimle barışığım. Yaşımla barışığım. O  zaman yaşlı değilim.

İçinizdeki, yaşama zevki bittiği an..... siz zaten yaşlanmışsınızdır. Bu kaç yaşında olursanız olun değişmez diye avutuyordum ki kendimi.. Peki dedim, ama neden belli bir yaştan sonra insanlar yaşlarını saklamaya başlıyor o zaman. 




Canım insan neden yaşını saklar ki?

Zira yaşlılık maalesef bir suç, bir ayıp gibi değerlendiriliyor da ondan.

Öyle bir yere konuyor ki yaşlılar... Oraya ne kadar geç ulaşılırsa kardır. 

‘‘Yaşlı’’ derken artık  40'ından gün almışlara da yaşlandın diyorlar da ondan..

80'ine geldiniz mi. Aman keşke bizde o kadar yaşasak daha ne isteriz diye sizi kesiveriyorlar...Oysa..   Oysa siz,  yaşamışlıklarınızı söylemek istiyordunuz.
Olmaz yeter artık! Çok konuştun. Yaşlı huysuz ihtiyar oluveriyorsunuz.. 

İnsanlar birbirine hakaret etmek istediklerinde ‘‘anam/babam yaşında’’ diyorlar.

‘‘Ben yaşımla gurur duyuyorum, üstelik gençliğim tek silahım olmadı hiçbir zaman’’ falan deyin istediğiniz kadar... Laga luga.

Yani; istediğiniz kadar kendinizden emin, başınız dik dolaşın durun, onlar sizi öyle bir harcarlar ki gıyabınızda...

Görüntünüzle iş yapmanız da şart değil. Üniversitede hoca olun isterseniz... Gazeteci olun, mühendis olun... Hiç fark etmez. Allamei cihan da olabilirsiniz. 40'ı geçmişseniz ‘‘ayıp’’ınız var demektir.

Hadi işi gücü bırakalım bir tarafa... Orada burada, sohbetlerde eş dost durur durur yaşınızı sorar. Hınzırca... Sonradan dedikodunuzu yapmak üzere...
‘‘Biliyor musun 45 yaşındaymış!’’

‘‘Aaa! Ne ayıp!’’ demez karşıdaki ama demeye getirir.

Hepimiz yaptık zamanında... Yani 40'ı geçtiyseniz işiniz bitiktir bu memlekette.

Onun için geçmemeye çalışın. Baktınız artık imkansız hale geldi,yavaş yavaş ilerleyin. Üç yılda bir yıl mesela... Düşmanlarınız çatlasın!

Ayol, sorarım size... Ataları bile ‘‘40'ından sonra azanı teneşir paklar’’ diyen bir toplumun, 40'ını geçmiş fakat gönlü kıpır kıpır evladı, 38'de takılıp kalmaz da ne yapar?

40 yaşıma geldim geçiyorum, kim ne derse desin ruhsuz gençlere taş çıkartırım alimallah.

Hele gençlerin coşkulu sorularıma tek kelimelik cevaplar vermeleri yaşımdan önce yaşlandıracak beni...

Boşverin yaşı maşı, ne varsa neşeli insanlarda var... 

Bence YAŞLILIK;  ne saçın ağarması, ne de belin bükülmesidir, gayesi biten, ümidi sönen herkes YAŞLIDIR..