24 Nisan 2017 Pazartesi

"GEÇ KALANLAR"DAN MISINIZ ACABA?


Tiyatro için  "insanı insana insanca anlatma sanatı" derler ya..

Bu tabiri bazı oyunlarda bulamazsınız, bazı oyunlarda ise ayna gibi, oyunun taa içinde bulursunuz. Her cümle sizi veya bir yakınınızı anlatır.

Geç kalanlar ile ilgili görsel sonucu

Gülümsersiniz, "ay aynı biz" dersiniz ya... Bu hafta seyrettiğim "Geç Kalanlar" oyunu işte tam da böyle..

Oyunun konusu; "Yaşadığımız her günü güzel bir güne dönüştürmek varken, "güzel bir gün"ün bize çıkıp gelmesi için öylece oturup bekleriz. Çoğu zaman yaşamak yerine erteleriz. Tüketmenin bencilliğini, paylaşmanın samimiyetine yeğleriz. Oysa ihtiyacımız olan tek şey, biraz farkındalıktır. Geç Kalanlar, sordukları ve sordurduklarıyla seyircisine derinlikli bir yüzleşmenin resmini gösteriyor." şeklinde anlatılıyor. 

Oyunun fragmanı "Geç Kalanlar"

Tam olarak seyrettiğim yılı hatırlamıyorum ama;  Şehir Tiyatrolarında "Suçlu mu , Suçsuz mu? " isimli bir oyun izlemiştim. Bu oyunun sonunda herkes oyunu sorgulayarak çıkıyordu, Geç Kalanlar oyunu da aynı bu  tat da bir oyun.


Oyunun ve oyuncuların güzelliği kadar hayat dersi niteliğinde ki can alıcı sözleri de dikkatinizi çekiyor, benim aklımda kalan sözlerden bazıları şunlar;


- Annesiz kalmak, dipsiz bir kuyuya baş aşağı düşmek gibidir çığlıkların hiç durmaz.


- Kızlar anneleri olmamak için yemin ederler sonra bir bakmışsın ki tıpkı anneleri...


- Evlilik insanı kendi olmaktan uzaklaştırıyor.


- Evlilik=Eziyet

- Tartışmak, hele doğru düzgün tartışmak meziyet ister.

- Tartışsanız bile onu sevmekten vazgeçmeyeceğinizi ona söylediniz mi?



- Keşke dinleseydim seni, keşke daha fazla sarılsaydım sana…


- Konuşma kısırlığı,konuşamama…


- Babandan bir adım öte gidememişsen ilerleyememişsin demektir.

- Karına hiç yatırım yaptın mı,onu ölü yatırım mı gördün?

- Kimse acıyı hak etmez ama herkes payına düşeni alır.

- Kadınların sizsiz nefes almasına tahammül edemiyorsunuz değil mi?

- Boşanmak başarısızlık değildir ki hoşgörüsüz boşanmak başarısızlıktır.

En aklımda kalan tek sözde;

-  "Özür dile ve dilenen özrü kabul et."


- Ölmeden sevin birbirinizi ne olur.


- İnsanlar güzel günleri beklemek yerine güzel günleri yaratabilirmiş.


- Gerçi biraz siz geç kaldınız değil mi?

Oyun şehir tiyatrolarında sezon sonuna kadar oynuyor, muhakkak seyredin.. 


Oyunda tüm sanatçılar güzel ama, ayakta alkışlanacak tek sanatçı bana göre "Elçin ATAMGÜÇ"




Hıdrellez oyunundaki performansına hayran olduğum bu sanatçı, bu oyunda da beni kendine bir kez daha hayran bıraktı. Dramatik tarzda konuşma da bile insanları güldürebilen çok yetenekli bir sanatçı. Televizyonda bir dizide oynuyormuş, seyretmedim. Hıdrellez ve Geç Kalanlar oyunundaki hem dramatik, hem komedi sahneleriyle işte sanatçı bu dedirttirecek gerçek bir oyuncu..

Bazı sanatçılar vardır, sadece dram oynayabilir veya komedi de başarılıdırlar. Ses tonu, tavrı ile Elçin Atamgüç tüm rollerin kadını.. 

Ayakta alkışlanacak harika bir sanatçı. Kendisine hayran oldum, hep izliyorum, izlenmesi gerektiğini herkese öneriyorum. 

Oyunun tanıtım broşüründe de "Beni Yavaşlat" diye bir yazı var.  Bende yazımı o güzel yazıyla bitiriyorum.  Yazı Milattan 2000 yıl önce HİTİTLER'e ait kalıntılar içersinde bulunan bir duvar yazısına aitmiş... 



BENİ YAVAŞLAT.

Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir…

Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele…

Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin
sükunetini ver .
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginligi, belleğimde yaşayan akarsuların
melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol…
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için
yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir
kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara
dalabilmeyi öğret…
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı
arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim…
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi
büyümesine bağlıdır…
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine
doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı
olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi…
Tanrım,
Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR,
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ve
Beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak DOSTLAR ver… 


5 Nisan 2017 Çarşamba

Güzel bir gelenek..."DİŞ KİRASI"

"Diş Kirası" lafını duydunuz mu?  
Duyduysanız ne anlama geldiğini hiç araştırdınız mı? 




Osmanlı geleneği olan bu adeti; şu sıralarda gırgır amaçlı bir iki dostuma uygularken, bu adetin bilinmediğini düşünerek konuyla ilgili küçük  bilgi aktarmak istiyorum. 

Osmanlı'daki  beni etkileyen bu geleneği nerden mi biliyorum? İstanbul'u gezdiren tarihçi bir hocamızın padişah geleneklerinden olan diş kirasını anlatmasıyla, hoşuma giden  bu uygulamayı şaka yollu (tabi ki evimde verilecek bir hediye varsa) bende misafirlerime  uygulamaya başladım. 




Her zaman uygulayamasam da, özellikle iftar yemeklerinin sonrasında veya benim için vaktini ayırıp ziyaretime gelen kişilere hazırlayabilirsem böyle küçük hediyeler hazırlıyorum ve ikramımdan sonra diyorum ki; "Benim için gelip dişinizi yordunuz, bu da sizin diş kiranız". Sevdiğim kişileri bu hediyeyi vermeyi de çok seviyorum.

Osmanlı döneminde bir çok evde, özellikle de köşk veya konaklarda iftara davet edilen misafirlerin yanı sıra, çat kapı gelen Allah misafiri de geri çevrilmez, içeriye alınırmış, onlar içinde sofralar hazırlanırmış. İftarın verildiği köşk veya konak ziyafet evi halini alırmış ve  iftar sofralarında tabiri yerindeyse kuş sütü hariç her şey bulunurmuş. Misafirler iftarını yapıp teraviye gitmek üzereyken hane sahibi tarafından "yemek yiyip dişleriniz yoruldu" diyerek, kadife keseler içerisinde gümüş tabaklar, kehribar tesbihler, oltu taşlı ağızlıklar, gümüş yüzükler gibi hediyelikler, diş kirası olarak hediye edilirmiş. 



Konaklara ve evlerine gelen misafirlere ise hane sahibinin zenginliği ve cömertliğine bağlı olarak içinde gümüş akçe veya altın paralar bir kadife kese içerisinde diş kirası olarak verilirmiş. Yemeğini bitirenler diş kiralarını aldıktan sonra "Kesenize bereket", "Allah daha çok versin", "Ziyade olsun" gibi dualarla konaktan ayrılırlarmış. Osmanlı'da "Diş kirası" denilen bu hediyenin zarif gerekçesi ise; davetlilerin o gece zahmet edip gelerek hane sahibinin sevap kazanmasına vesile olması olarak açıklanırmış. 



Fatih dönemi sadrazamlarından Mahmut Paşa, Ramazan ayı geldiğinde kesenin ağzını açar, konağında verdiği iftar ziyafetleri dillere destan olurmuş. Paşanın sofrasında oruç açanlar, diş kirasına ilaveten her akşam mutlaka ikram edilen nohutlu pilavın gelmesini, dişlerine takılma ihtimali olan sert bir sahte nohut yakalama ümidiyle dört gözle beklerlermiş.



Çünkü Paşa, kazanlarda pilav pişirilirken pilavın içine nohut biçimi verilmiş altınlar atarmış.. 

Bu adetleri çok  sevmem nedeniyle benim de saraylı olma ihtimalim üzerinde durulması gerekmektedir. Hangi saraylı derseniz, büyük ihtimalle günümüzde ben ancak "Simit Saraylı" olabilirim. Gümüş akçe, altın akçe sözlerini okuyunca, yazımı okuyanların, "biz sende bunu görmedik" dediklerini duyar gibi oluyorum. Simit saraylı olmam hasebiyle, benim size bunları vermem, tabiri caizse argo deyimle biraz sıkar. Hele bu devirde hayal.. 

Ama ben yine de bu hoş adetleri, kibarlık gösteren gelenekleri seviyorum ne yapayım. 

Diğer bir adette iki tokmak olayı..


Kapılarda o devirde iki kapı tokmağı bulunurmuş, büyük tokmak çalınca erkek,  küçük tokmak çalınca kadın geldiği anlaşılır. Ona göre kapı açılırmış. Ben  günümüzde de sarayımın geleneği olarak kapı kamerası koyarak hallettik. Baktık erkeeeekkk, "Abovvv erkek gelmiş, kim ola ki" diye eşimize sesleniyor, baktık kadın, "ay komşu gayveye gelmiş" diye ayırabiliyoruz. 


Güzel adetler bunlar. Maddi durumla alakası olmayan yüce gönüllülük, gönül zenginliği.. 

Genellikle gidilen eve hediye götürülür, gelirken size de verseler güzel olmaz mı yahu.. 

Biz de geri dönerken, hediyemize sevinir, "Oh dişimizi yorduğumuza değdi" deriz.. Hoş olmaz mı?